Ana Sayfa Biyosfer Rezervi Türkiye’nin ilk ve tek Biyosfer Rezerv Alanı…

Türkiye’nin ilk ve tek Biyosfer Rezerv Alanı…

10698

1- Biyosfer Rezervlerinin Tanımı Ve İşlevi 

Biyosfer Rezervi; Uluslararası öneme sahip ve UNESCO’nun İnsan ve Biyosfer (MaB=Man andBiosphere) Programı içerisinde yer alan karasal ve/veya kıyı ekosistemlerine sahip yerlerdir (UNESCO-MaB 2003:2).

Biyosfer rezervleri biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığı arasındaki çatışmaların sürdürülebilir bir şekilde çözülmesine dönük temel bir yaklaşımdır (UNESCO-MaB 2003:3).

Biyosfer rezervleri biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin korunmasına dönük uygulamaların denendiği, seçildiği, sunulduğu ve geliştirildiği alanlardır (UNESCO-MaB 2003:4).

Biyosfer rezervlerinin üç temel işlevi vardır; 

  • Koruma; genetik varyasyonların, türlerin, ekosistemlerin ve peyzajların korunmasına katkıda bulunmak,
  • Kalkınma; ekonomik kalkınmayı ve insan gelişimini sürdürülebilir şekilde sosyo-kültürel ve ekolojik olarak desteklemek,
  • Lojistik; yerel, ulusal ve küresel ölçekte doğa koruma ve kalkınma çabalarına dönük bilimsel araştırma, izleme, eğitim ve bilgi değişimini desteklemek (BATISSE 1997:12)

Biyosfer rezervleri her ülkenin iç hukukuna göre belirlenmekte ve yönetilmektedir. Bazı ülkeler biyosfer rezervleri için özel yasalar çıkarmakta, bazıları ise doğa koruma ile ilgili mevcut yasalarından yararlanmaktadır. Ayrıca yasal açıdan koruma altında olan yerlerin biyosfer rezervi olarak belirlenmesi tercih edilen bir yöntemdir.

Bir biyosfer rezervi üç bölümden meydana gelmektedir; mutlak koruma zonu (corearea), tampon zon (bufferzone) ve geçiş zonu/gelişme zonu (transitionarea)’dur (Şekil-2). Bunlardan yalnızca mutlak koruma zonunun yasal olarak koruma altına alınması gerekmektedir. Dünyadaki birçok biyosfer rezervi diğer yasalarla koruma altına alınmış alanları (Milli Park, Dünya Miras Alanları, Ramsar Alanları gibi) kapsamaktadır.

Biyosfer rezervlerinde mülkiyet yapısı çeşitlilik arz etmektedir. Mutlak koruma zonu ve tampon zon çoğunlukla kamu, özel veya vakıf mülkiyetindedir; gelişme zonunda ise mülkiyet genelde özel ya da tüzel kişiliğe aittir.

Bir yerin biyosfer rezervi olarak belirlenmesi, söz konusu alan için önemli bir değişimi de beraberinde getirmektedir. Örneğin, bu alanın planlanması ve bütün faaliyetlerin koordine edilmesi için bir komitenin oluşturulması gibi uygun mekanizmaların geliştirilmesi gerekmektedir. Biyosfer rezervleri yerel nüfus ve topluluklarla bir “antlaşmanın” (konsensüs) hayata geçirilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü yönetim şeffaf, gelişmeye açık ve esnek olmalıdır. Böyle bir yaklaşım azim, sabır ve yaratıcılık gerektirmektedir. Yerel halkın doğal ve kültürel değerlere olan politik, ekonomik ve sosyal baskıları ancak bu yolla azaltılabilir.

Biyosfer rezervleri sadece korunan alanların içinde ya da yakın çevresinde yaşayan halkın bu alanlarla ilişkisini düzenlemez, aynı zamanda daha iyi sürdürülebilir bir geleceğin tesis edilmesinin nasıl olacağı konusunda da yol gösteren bir mekanizmadır.

2- Biyosfer Rezervi İle Korunan Alan Arasındaki Farklar  

Öncelikle belirtmek gerekir ki, biyosfer rezervlerinin yapısı ülkelerin korunan alan tasarım biçimleriyle (Korunan Alan Sistem Planları) yakından ilişkilidir. Bir çok ülke ana kaynak değerinden uzaklaştıkça kaynağın niteliğindeki değişime bağlı olarak farklı düzeylerden koruma kategorilerini merkezden çevreye doğru gittikçe zayıflayan bir koruma anlayışına göre tasarlamaktadır. Dolayısıyla, korunma gereksinimi fazla olan kesimler tabiatı koruma alanı ya da benzer bir statüde yer alırken; bu alanları çevreleyen yerler konsantrik daireler biçiminde ya da ekosistemin özelliğine göre değişik formlarda milli park, peyzaj koruma alanı vs. olarak düzenlenmektedir. Bunun yanı sıra, biyosfer rezervi farklı kategorilerden korunan alanların birbirleriyle ilişkilendirilmeleri ve korunan alan yönetiminde doğa-insan ilişkisini rasyonel bir şekilde kurmak amacıyla bu alanların tamamını kapsayan bir şemsiye olarak da belirlenmektedir.

 Korunan alanlarla biyosfer rezervleri genel olarak karşılaştırılacak olursa;  

  • Korunan alanlar tek bir amaç için belirlenirken, biyosfer rezervleri çok amaçlıdır. Örneğin korunan alanlarda temel amaç doğanın korunması iken, biyosfer rezervlerinde doğa korumaya ek olarak kalkınma ve lojistik destek de söz konusudur.
  • Korunan alanlar yetki ve sınırları kesin olarak belirlenmiş yöneticiler aracılığıyla yönetilirken, biyosfer rezervleri tarafların katılımı ve koordinasyonu ile yönetilmektedir.
  • Korunan alanlarda genelde basit bir zonlama yapısı söz konusuyken, biyosfer rezervlerinde kompleks bir zonlama yapısı uygulanır. Hatta biyosfer rezervlerinin geçiş zonu çoğunlukla kesin bir sınır içermez.
  • Korunan alanlar genelde tek bir kategori altında yönetilirken (örneğin milli park), biyosfer rezervleri birçok farklı kategoriyi içerisinde barındırmaktadır (BIORET 2001:27) .

3- Biyosfer Rezervlerinin Kökeni  

Biyosfer rezervlerinin belirlenmesi ve yönetilmesine dönük özel bir uluslararası sözleşme ya da antlaşma bulunmamaktadır. Ancak, biyosfer rezervlerinin geçmişi 1968 yılında yapılan “Doğal Kaynakların Korunması ve Kullanılması” konulu UNESCO Hükümetler Arası Genel Konferansına kadar uzanmaktadır (UNESCO 2000:3). Biyosfer rezervlerinin temeli bu konferansta atılmıştır. Genetik kaynaklar açısından yerküremizin ana ekosistemlerini temsil eden karasal ve/veya kıyı ekosistemlerini temsil edecek alanların korunması ve bu alanların hükümetler arası bir program tarafından izleme ve eğitim için uygulama alanı olarak kullanılması temel amaç olarak belirlenmişti. Böylece, 1970 yılında UNESCO ilk defa resmi olarak “İnsan ve Biyosfer Programı”nı (MaB) başlatmıştır. 1992 Rio Konferansı ve bu konferansı takip eden Gündem-21 Biyolojik Çeşitlilik, İklim Değişikliği ve Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesinde sürdürülebilir kalkınma çabaları ile araziden yararlanma faaliyetlerinde ve alan kullanımında çevresel değerlerin gözetilmesine dönük birçok maddeyi devlet veya hükümet başkanları imzalamıştır (ZAL 2001:24).

Biyosfer rezervlerinin belirlenmesinde en önemli soru şudur; yaşam destek sistemimizi oluşturan ve artan nüfusun ihtiyaç ve taleplerini karşılayacak bitki çeşitliliği, hayvan varlığı ve mikro-organizmaları nasıl koruyabiliriz? Doğal kaynakların korunması ve bunların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını nasıl uyumlu hale getirebiliriz?

Seville (İspanya)’da 1995 yılında yapılan Uluslararası Biyosfer Rezervleri Konferansı (UNESCO 1996) sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi, Rio Konferansında alınan kararların hayata geçirilmesinde biyosfer rezervleri önemli bir işleve sahiptir.

 4- Biyosfer Rezervlerine Neden İhtiyaç Vardır?  

  • Biyolojik çeşitliliği korumak: İnsanın toprak ve su kaynaklarına olan baskısı, gen, bitki, hayvan, ekosistem ve peyzaj çeşitliliğinin hızla azalmasına neden olmaktadır. Bu tehdit potansiyel gıda kaynakları, ilaç ve endüstriyel hammadde temininin zorlaşmasına ve kıtlaşmasına yol açmaktadır. Biyosfer rezervleri araştırma, eğitim ve rekreasyonel faaliyetler açısından yeri başka bir şeyle doldurulamayacak derecede önemli alanlardır. Biyosfer rezervlerinin mutlak koruma zonu ve tampon zonları biyolojik çeşitlilik hakkındaki bilgileri artırmayı ve dünyanın en önemli biyo-coğrafik bölgelerinin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlayan yerlerdir.
  • Bozulmamış ekosistemlerin devamlılığını sağlamak: Biyosfer rezervleri erozyon kontrolü, toprak verimliliği, akarsu rejiminin düzenlenmesi, yeraltı su kaynaklarının devamlılığı, azot döngüsü ve hava ve su kirliliğinin önlenmesine dönük temel yaşam destek sistemlerinin devamlılığını sağlamaya yönelik örnekleri içermektedir.
  • Doğal sistemler ve bu sistemlerin zamana bağlı değişimlerini öğrenmek: Mutlak koruma zonunda doğal niteliği bozulmamış alanların incelenmesi ve insan etkileriyle değişmiş alanlar (tampon ve gelişme zonları) ile karşılaştırılmasına dönük bilimsel araştırmaların yapılması önemlidir. Çünkü bu tür bilimsel çalışmalar uzun bir dönem sürdürüldüğünde söz konusu doğal ortamlardaki değişimlerin tip ve boyutları hakkında fikir sahibi olunmaktadır. Araştırma sonuçlarının bölgesel ve küresel ölçekte karşılaştırılmalardan da küresel ölçekte değişimlere ilişkin değerler ortaya konulabilmektedir.
  • Geleneksel arazi kullanım biçimleri hakkında bilgi sahibi olmak: Dünyanın birçok yerinde yüzyıllardır devam eden ancak doğaya herhangi bir yapısal zarar vermeyen geleneksel arazi kullanımları vardır. Bu kullanımlar sonucu elde edilen birikimleri güncel arazi kullanımlarına taşıyarak yerel halkın geleneklerini destekleyen kültürel yapı ve çevre koşullarına uygun tekniklerden yararlanılmaktadır.
  • Doğal kaynakların yönetiminde sürdürülebilir yöntemlerin kullanımına dönük bilgileri paylaşmak: Biyosfer rezervlerinin en önemli amaçlarından birisi de çevreye olumsuz etkileri olmayan, insanın yaşam kalitesini artırmaya dönük arazi kullanımları konulu bilimsel çalışmaları desteklemektir. Bu çalışmalardan elde edilen deneyimler, biyosfer rezervlerinin tampon ve gelişme zonları için oldukça yararlı olacaktır. Buradaki uygulamalardan elde edilen deneyimlerden ise ulusal ve uluslararası düzeyde resmi kurumlar, yerli ve yabancı bilim adamları ile yerel halk temsilcileri yararlanabilmektedir.
  • Doğal kaynakların yönetimindeki sorunların çözümünde işbirliği yapmak: Kurumların sektörel yapısı çevre ve kalkınma arasındaki sorunların çözümünde en önemli engellerden birisidir. Biyosfer rezervleri farklı taraflar arasındaki sorunların çözümünü destekleyen bir yapıdır. Taraflar, biyosfer rezervi yaklaşımıyla geliştirilen belli bir planlama ve yönetim mekanizması içerisinde ortak çalışması gereken resmi kurumlar, mülk sahipleri, doğa koruma kurumları, bilim adamları, çiftçiler, balıkçılar, özel yatırımcılar, vb.dir.

5- Biyosfer Rezervleri Nasıl Organize Edilir?  

Doğal kaynaklardan yararlanma ve doğa koruma çalışmalarının birlikte yürütülebilmesi için biyosfer rezervleri mutlak koruma zonu, tampon zon ve gelişme/geçiş zonu olmak üzere üç temel zon uygulamasını öngörmektedir.

  • Mutlak Koruma Zonu; Yasal olarak koruma altına alınmış peyzajları, ekosistemleri ve türleri kapsar. Bu zon doğal kaynağın korunması için yeterli büyüklüğe sahip olmalıdır. Mutlak koruma zonunda bilimsel araştırmalar, izleme çalışmaları ve zorunlu hallerdeki yerel halkın geleneksel kullanımları hariç insan faaliyetleri söz konusu değildir.
  • Tampon Zon; Mutlak koruma zonunu çevreleyen ve sınırları açıkça belirlenmiş alanlardır. Bu zondaki faaliyetler koruma amaçlarıyla çelişmeyen ve hatta doğa korumaya destek olan faaliyetler olmalıdır. Bu faaliyetler çoğunlukla bilimsel araştırmalara, örneğin doğal vejetasyon yapısının ortaya konulması, ziraat alanları, ormancılık, balıkçılık, ürün kalitesinin artırılması gibi, dönük olabilir. Ayrıca bozulmuş ekosistemlerin rehabilitasyonuna dönük bilimsel çalışmalar ile eğitim, turizm ve rekreasyonel kullanımlara da imkan tanınabilir.
  • Geçiş/Gelişme Zonu: Mutlak koruma ve tampon zonların dışarıya doğru uzantısı olup, tarımsal faaliyetler, yerleşme yerleri ve diğer kullanımların bulunduğu alanlardır. Yerel halk, koruma kurumları, bilim adamları, sivil toplum kuruluşları, kültürel gruplar, özel yatırımcıların vb. bu alanın daha sürdürülebilir kullanımı ve yerel halkın kalkınmasına dönük yönetimi için birlikte çalışmaları gerekmektedir. Biyosfer rezervleri bu zonların daha iyi sürdürülebilir kullanımı ve bölgesel kalkınmanın desteklenmesi için önemli bir rol oynar.

Bu üç zon, biyosfer rezervi olarak seçilen alanın coğrafi koşullarına göre birbirini çevreleyen konsantrik daireler şeklinde olabileceği gibi; biyosfer rezerv anlayışının uygun bir şekilde yerleştirilmesi için oldukça esnek bir özelliğe de sahiptir. 

 Biyosfer Rezervlerinden Kimler Yararlanır?  

  • Yerel halk: Bu yelpaze yerel gruplardan, çiftçilere ve hatta yöredeki konut sahiplerine kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla biyosfer rezervlerinden yararlanması muhtemel potansiyel geniş bir halk kesimi bulunmaktadır. Yerel halk toprak ve suyun korunması, iş bulma olanakları, mevcut arazi kullanımları, korunan alan yöneticileriyle uzlaşmazlıkların çözülmesi, mevcut gelenek ve yaşam biçimlerinin devam ettirilmesi ve gelecek kuşakları için daha sağlıklı bir çevrenin oluşturulması gibi konularda karar alma sürecinin bütün aşamalarında söz sahibi olmalıdır.
  • Ormancılar ve balıkçılar: Biyosfer rezervleri insan ve finansal kaynaklardan en iyi şekilde yararlanmayı sağlayacak toprak verimliliği ve su kalitesinin korunmasını hedefleyen alternatif arazi kullanımlarına dönük eğitim ve örnek projeleri destekler.
  • Bilim adamları: Biyosfer rezervleri ekolojik süreçler ya da biyolojik çeşitlilik konularındaki bilimsel çalışmaları teşvik eder. Buna ek olarak, uzun dönemli izleme programları ve kısa süreli değişimleri ortaya koyan araştırmalar ve bu araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilerin değişimi ve paylaşımı da biyosfer rezervlerinin amaçları arasındadır.
  • Hükümet adına karar alıcılar ve kurumlar: Biyosfer rezervleri doğal kaynakların daha sürdürülebilir kullanımı için kurumların yetkili ve temsilcileri için doğal kaynaklar hakkında bilgilendirme faaliyetleri yapar. Ayrıca teknik ve kurumsal kapasiteyi arttırarak bu kurumlara destek olmaya çalışır. Bu destek doğa korumada halkın desteğinin artmasına da yardımcı olur. Dolayısıyla, söz konusu kurumlar doğal kaynakların yerel ve bölgesel ölçekte kullanımı ve bu kaynakların daha sürdürülebilir yönetimi için hangi kurumsal ve yasal mekanizmaların geliştirilmesi gerektiğini düşünmeye başlar. Bu çerçevede biyosfer rezervleri Biyolojik Çeşitlilik ve Çölleşmeyle Mücadele gibi uluslararası sözleşmelerin uygulanmasında da bir araç olarak değerlendirilebilir.

7- Biyosfer Rezervleri Nasıl Seçilir?  

Biyosfer rezervleri farklı karakterlerdeki doğal alanlardan dağlara, insan etkisiyle bozulmuş ovalardan kıyılara, steplerden yoğun ormanlık alanlara, çöllerden ekvatora, tundradan kutup bölgelerine kadar çok çeşitli arazi tiplerini içermektedir. Bir alanın biyosfer rezervi olarak belirlenmesi için; 

Ana biyo-coğrafik birimler içerisinde insan etkilenmelerinden derece derece nasibini almış alanları temsil etmelidir.

  • Korunmaya muhtaç peyzajlar, ekosistemler ya da hayvan ve/veya bitki türlerini içermelidir.
  • Bulunduğu bölgede sürdürülebilir alan kullanımları için örnek olabilecek özellikleri olmalıdır.
  • Biyosfer rezervlerinin üç temel işlevini yerine getirebilecek kadar büyüklüğe sahip olmalıdır.
  • Üç temel zona sahip olmalıdır. Yani, yasal olarak koruma altına alınmış mutlak koruma zonu, açıkça sınırları tanımlanmış tampon zon ve bunları çevreleyen genişçe bir gelişme zonundan oluşmalıdır (UNESCO 2000).

Biyosfer rezervinin organizasyon yapısı alanın planlama ve yönetiminde ilgili kamu kurumları, yerel halk ve özel teşebbüsün katılımıyla desteklenmelidir.

8- Kimler Katılımcıdır?  

  • Yerel düzeyde: Bilim adamları, resmi kurum temsilcileri, ulusal düzeyde farklı kurumların temsilcileri ve yerel halk.
  • Ulusal düzeyde: Biyosfer rezervleri biyolojik çeşitlilik sözleşmesinin bir gereği olarak hazırlanan ulusal biyolojik çeşitlilik planlarının entegre bir parçası olmalıdır. Bu nedenle doğa koruma ve doğal kaynakların kullanılmasından sorumlu kurumların birlikte çalışmalarını gerektirmektedir.
  • Uluslararası düzeyde: Birçok hükümet ve gönüllü kuruluş biyosfer rezervi anlayışının yerel düzeyde oluşturulması için küresel bir çalışma ağı çerçevesinde işbirliği yapmaktadır. Bu çerçevede Dünya Bankası, UNDP, UNEP, FAO, IUCN, WWF gibi kuruluşlar tarafından biyosfer rezervlerinde sürdürülebilir kalkınma ve doğa koruma çabalarını desteklemek amacıyla birçok proje uygulanmaktadır. Son yıllarda bu alanlardaki projeleri özel sponsorlarca giderek artan bir şekilde desteklenmektedir.

9- Neden Bir Küresel Çalışma Ağı?  

Biyosfer rezervleri, özel sorunların çözümünden elde edilen deneyim ve sonuçların, işbirliğine dönük faaliyetlerin, bilimsel araştırma ve izlemelerin, çevre eğitimi ve özel yetiştirme kurslarının sonucunda elde edilen deneyimlerin paylaşılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle bilgi ve deneyimlerin paylaşılması, işbirliğine dayalı projelerin geliştirilmesi, ikili antlaşmalar, personel değişimi, çeşitli ziyaretlerin düzenlenmesi, posta ve elektronik haberleşme araçlarından yararlanarak bilgi ve deneyim paylaşımı oldukça önemlidir. Bu çerçevede oluşturulan iki ana çalışma ağı bulunmaktadır. Bunlar; Doğu Asya, Avrupa gibi bölgesel çalışma ağları ve biyolojik çeşitlilik gibi konusal çalışma ağıdır.

Küresel Çalışma Ağı 1995 Martında İspanya’nın Seville kentinde düzenlenen Biyosfer Rezervleri Uluslararası Konferansının bir sonucu olarak kurulmuştur. Bu yasal çerçeve küresel çalışma ağının oluşturulma biçimini belirlemiş ve Biyosfer Rezervleri Seville Stratejisini ortaya koymuştur. Henüz bütün biyosfer rezervleri bu çalışma ağının içerisinde değildir.

Türkiye biyosfer rezervleri açısından bölgesel çalışma ağı içerisinde EURO-MAB’in Güneydoğu Avrupa bölümünde yer almaktadır. İlgili bölgesel büro İtalya’nın Venedik kentindedir.

10- Türkiye’de Biyosfer Rezervlerinin Belirlenmesine Gereksinim Var Mıdır?  

Türkiye biyo ve jeo-çeşitlilik açısından çok zengindir. Özellikle biyo-çeşitlilik üzerine yapılmış araştırmalar göstermiştir ki; ülkemiz biyolojik çeşitlilik itibariyle Avrupa Kıtası’ndan bile zengindir. Türkiye’deki bitki genetik çeşitliliği, dünya ılıman kuşağı kültür bitkilerinin, en önemli gen kaynağını oluşturmaktadır (KAYA vd. 1998:6). Bu nedenle, henüz yeterli bir korunan alan ağı oluşturulmamış olmasına karşın, ülkemizde birçok koruma alanı belirlenmiş ve yönetilmektedir. Bunlardan bazıları bölgesel, bazıları ulusal, bazıları uluslararası ve bazıları ise küresel ölçekte öneme sahip alanlardır. Ülkemizde korunan alanlara yaklaşım biçiminin yeniden gözden geçirilmesi, bir takım yeni değerlendirmelerin yapılması ve doğal kaynaklarımıza ulusal ve uluslararası düzeyde kamuoyu desteği sağlanması için yeni arayışlara gereksinim vardır.

Korunan alanların yönetim amaçlarının gerçekleştirilmesi ve korunan alanlardan beklenen toplumsal yararların (yerel ekonomi için alternatif kaynaklar oluşturmak, güncel arazi kullanımları için bilgi üretilen alanlar olmak, doğa ve doğal kaynaklar konusunda eğitim alanı olmak, vs.) sağlanması için bu alanlara dönük karar alma süreçlerinin geliştirilmesi, tarafların karar alma sürecinde ortak hareket etmeleri ve nihayetinde toplumsal bir amaç ve hedef birliği sağlamak üzere korunan alan yönetiminde çağdaş ve dünyanın değişik kesimlerinde yaygın olarak kullanılan yöntemlerden yararlanılması gerekmektedir. Bu noktada Biyosfer Rezervleri korunan alanların üzerine giydirilmiş bir şemsiye olarak; korunan alan yönetimi ve ilgili tarafların amaç ve hedef birliği içerisinde ülkemiz biyo-çeşitliliğinin korunması çabalarına önemli kolaylıklar ve imkanlar sağlayacaktır.

Kaldı ki, ülkemiz Biyosfer Rezervi uygulamalarının çok uzağında değildir. UNESCO’nun MaB programını geliştirdiği günden itibaren ülkemiz bu programı dikkatle izlemiş, MaB açısından büyük öneme sahip MaB Akdeniz Bölge toplantısı da 1977 yılında Side (Antalya’da) de yapılmıştır. Bunun yanı sıra MaB Programınca düzenlenen birçok uluslararası toplantıya da katılınmıştır. Ayrıca Side toplantısında ülkemizden biyosfer rezervi olarak belirlenecek yerlerin bir listesi de UNESCO’ya sunulmuştur.

13- Bir Alanın Biyosfer Rezervi Olarak İlanı Nasıl Olmaktadır?  

Korunan bir alanın biyosfer rezervi olarak belirlenmesi UNESCO MaB Bürosunun yetkisindedir. İlgili ülkenin hükümeti adına doğa korumadan sorumlu kuruluş tarafından aday alana ilişkin standart bir başvuru formu doldurulur. Bu form UNESCO Türkiye Daimi Temsilciliği aracılığıyla UNESCO MaB Bürosuna gönderilir. Bu büro alanın sahip olduğu özellikleri inceleyerek kararını verir ve bu kararı ilgili kuruma bildirir.

—————–